Pages

26 Nisan 2018 Perşembe

3 çocukla 2500 km yol - Istanbul - Ordu - Mesudiye - Giresun - Şebinkarahisar- Istanbul Gezimiz


                                             
Başlık etkileyici ve dikkat çekici olsun istedim. 
Zira çok da kolay değil kabul edelim.

İşte İstanbul-Mesudiye-Ordu-Şebinkarahisar Gezimiz
Şimdi şöyle başlayayım söze; Annem Ordu-Mesudiye-Kışlacık'lı ; babam Giresun-Şebinkarahisar (İl Olmalı)- Ocaktaşı köyünden. Ama çocuk yaşlarda İstanbul'a gelip köyleriyle bir bağlantıları kalmamış. Fakat çocukken vapurda abime nerelesiniz diye soruyor yaşlı bir amca, o da annemle kız kardeşim Mesudiyeli ben ve babam Şebinkarahisar dediği anımızı  hatırlayınca anlıyorum ki fiziksel olarak koptukları köylerine gönül bağı ile bağlarını devam ettirmişler. 2002 yılında annemin kemoterapi tedavisini görmesi gerekip tedavisi 1,5 yıl sürerken babam söz verdi ona köyde ev yapmaya. 2002 yılında Mesudiye'de evimiz yapıldı. 

En son 2003 yılında gitmiştim Mesudiye'ye. Sonrasında yalan oldu, uzak oldu, olurlar olmaz oldu vel hasıl nasip olmadı. Şebinkarahisar'ı ise hiç görmedim. Babam hastalığı süresinde dilinden düşürmedi; sizlere doğduğum yeri gösteremedim diye. Çocuklarına topraklarını göstersin sonra gözleri açık gitmesindi :) ( Allah muhafaza) E tabii babam iyileşince bizim en büyük görevimiz bu dileği yerine getirmek oldu. Abim ile yıllık izinlerimizi denk getirip 2-13 Ağustos tarihlerinde 2 araba 4 yetişkin 5 çocuk düştük yollara. Benim arabada önde babam arkada çocuklar var , abimin arabada eşi ve çocukları. İlkuzun yol deneyimin ve tek şoförüm ne güzel dimi. Baştan anlaştık eğer İstanbul-Mesudiye arası çok yorulursak yorulduğumuz yerde konaklayıp ertesi gün yola devam edeceğiz, nasıl olsa 15 gün iznimiz var. 

Seyahat planımız Mesudiye ve Şebinkarahisar'ı gezmek. 
Kara yollarından güzergah çıkardım ki çok çok işe yaradı. Sıralı olarak takip edeceğim tabela bilgisini almış oldum. Sevgili Yandex'ciğimi de açarak sabah namazı ile çıktık yola. 05:00 İstanbul çıkış, akşam 20:30 Kışlacık varış olarak yolculuğumuzu tamamladık. Tabii ki vardığımızda diz kapağımı hissetmiyordum :) Uzak yahu çok uzak. Bu yolculuğu uçak+araç kiralama ile de yapabilirdik ama toplam maliyeti ile Antalya'da her şey dahil bir otelde tatil maliyetine çıkıyor. Mesudiye'ye giderken en dikkat edilmesi gereken Tosya'da 50 km hız sınırı. Radar yemeyen ağzı yanmayan yok. 120-130 km hızla yol alıp kağnı arabası gibi max 50 km hıza düşmek ölüm ölüm :) üstelik araba da yok ben bu hıza inmem diyor :) gitmiyor. Kağnı hızıyla Tosya'yı geçip sonrasında Amasya sonrası bastık gaza. Ve en sonunda akşam saatlerinde çok şükür kazasız belasız vardık.


Çocuklar tıkılı kaldıkları apartman dairelerinden sonra köy evimizi çok sevdiler. Kapıyı açıyorsun hopp dışarıdasın. Dışarı dediğin sokak, cadde, trafik, karmaşa tehlike değil, temiz hava, bol güneş, ağaçlar güzelim doğa. Tek dikkat etmeleri gereken inekler :) o da korktuklarından. Dedeleri her birine birer sopa yaptı, böylece sorun ellerinden kalktı. Sabahları sopalarını alıp grupça bakkala ekmek almaya gittiler :) Tabii her bakkal sonrası abur cubur alma çabası. Bakkala yalnız gidebilme özgürlüğü nasıl mutlu etti onları. Bir de bizim çocukluğumuz gibi tüm gün sokaklarda oynayarak geçirebilselerdi nasıl mutlu olacaklardı kim bilir. 

Köyde kapının önüne çık alsana en güzel doğa, en güzel manzara. Her gün aynı manzara sıkıldım dersen çok güzel piknik alanları var. Mesela bir tanesi de Taş Tekne. Çocuklar ufakken "salacaksın bunları Taş Tekneye gönüllerince oynasınlar dilediğince koşsunlar" derdik :) Geldik mi yine bir dileklerinize dikkat edin gerçek olabilirler olumlamasına :) İyi ki olumlamışız valla çok da güzel gerçek oldu. Saldık çocukları Taş Tekneye. Bizde koyduk semavere çayımızı çocukları izledik. Köy tatilimizin bir güzel yanı da geniş ailem, akrabalarımla uzun vakit geçirebilmek oldu. Pikniklere hep beraber gittik. İstanbul bu kadar  birbirimize ayıracak vaktimiz yok.



Mesudiye'ye kadar gelmişken Ordu'ya gitmeden Boztepe'yi görmeden dönmek olur mu, olmaz. Ve yine düştük yollara :) Türk mühendisleri tarafından adeta Ferhat gibi dağları delerek inşa edilen, Karadeniz'i İç Anadolu'ya bağlayacak en kısa yol olan tarihi Dereyolu'ydu düştüğümüz. 114 kilometre olan ve tehlikeli virajlarla dolu Ordu- Mesudiye yolu 88 kilometreye düşmüş fakat proje henüz tamamlanmamış. Henüz sinyalizasyonu bitmemiş karanlık tünellerden birbirimize moral vermek için korna çala çala, uzunları yakarak geçtik :)
 Ve yol üzerinden harika Topçam Barajını görüp, bu güzellikle fotoğraf çektirmeden gitmemiz imkansız diyerek mola verdik. İşte solda o güzel manzara. Yaklaşık 2-2,5 saatte Ordu'ya vardık. Ordu'yu çok sevdik. Hayatımda ilk defa teleferiğe bindim ve Boztepe'ye çıktık. Harika manzara eşliğinde çayımızı yudumladık. Tabii turistik tesis olduğunda kalabalık, çok kalabalık. 


Ordu'dan tekrar döndük köyümüze. Fakat dönerken yazmadan edemeyeceğimiz bir anımız oldu. Ordu-Mesudiye yolunda ilerlerken yeni toplanmış yaş fındıkları seren bir abi gördük.Arabaları durdurup fındık almak istedik. Abi fındıkları dökerken kola gelmesini dileyip fındık alabilir miyiz diye sorduk. Tabii dedi. Dedik ne kadar, abi dedi ne kadar istiyorsanız o kadar alın :) Dedik yok kilosu ne kadar. ne parası dedi. Allah bana bu kadar vermiş ben size mi vermeyeceğim." Dedik para vermeden olmaz bu kadar emek var, Abi dedi yok valla almam. E o zaman  Ordu'dan aldığımız mısır ekmeğini önderdik aa olur eşim çok sever ona götürürüm dedi. bir poşet fındık alıp yola devam ettik. Kulağımda daha önce kimseden duymadığım " Allah bana bu kadar vermiş ben size mi vermeyeceğim."  

Bir kaç gün evimizde dinlendik ve çıktık yola o güzel memleket Şebinkarahisar'a. 
Şebinkarahisar yıllardır duyduğum ama görmenin ancak nasip olduğu güzel memleket.
Toprakları öyle bereketli ki.  Her evin bahçesinde dalları sarkmış meyve ağaçları. Kiraz,dut, ceviz, erik dolu. Gelişmiş memleket bir kere, veterinerinden, bankasına, oteline, üniversitesine, hastanesine kadar her şey var. Babamın dilinden düşürmediği kadar var. Orda bir evleri olsun çok isterim.

Bizim köyümüz Ocaktaşı, eski Gölve köyü. Şebinkarahisar'dan köyümüze yaklaşık 30-40 dakikada gidiliyor. Gölve'nin Kışlacık'tan en büyük farkı burada mahalleler birbirine çok uzak. Çok sessiz çok yeşil. Babamın büyüklerinden Veysel amcamız yılın büyük kısmını köyde yaşıyor. Şansımıza Faruk abi ile Zeliha abla da köydeydi. Zeliha abla biz geleceğiz diye ne hazırlıklar yapmış ne hazırlık. Erik ağacının dibine kurulu sofraya hep beraber oturduk.Keyifle sohbet ettik. Babamın doğup büyüdüğü ev yıkılmış ama yeri duyuruyor. Babam doğduğu topraklarla çok şükür hasret giderdi. Akşam üzeri çok geçe kalmadan köyden Şebinkarahisar'a dönmek için yola çıktık. Ve aşağıda gördüğünüz harika gün batımı manzarasına dayanamayıp durduk bu güzel anı selfie karesine sığdırdık.

Bir gece Şebinkarahisar merkezde kalıp ertesi gün köylerini gezdik. 
Gezeceğimiz birinci köy Tamzara. Tamzara dokuma sanatı ile ön plana çıkıyor. Genç tasarımcıların eserleri ile yapılan sokak defileleri çok ilgi görüyor. Dokuma merkezini ziyaret edip tezgahlardaki ' teyzelerle sohbet ettik. Tamzara'nın bir önemli özelliği ise bu okumuş oranının yüksek olması, özellikle çok sayıda doktor var olması. Köy meydanındaki kahvenin avlusundan akıl suyu zeka artıran şifa dağıtan su olarak biliniyor. Öyle mi harika haber aldım çocukları soktum sıraya, sırayla  su içirdim, içtim. Ertesi gün yaramazlık yapan Emir'e e oğlum akıl suyu da içtin akıllan dediğimde az içirdin demek ki yanıtını aldım :) Tamzara çok temiz, düzenli, saygılı ve seviyeli, elleri ekmekli, sofraları bereketli insanların olduğu bir yer. Meydanda kahvede otururken babamı sadece sosyal medyadan tanıyan bir hemşehrimizin "Ahmet Bey merhaba hoş geldiniz, sizi sosyal medyadan takip ediyorum maşallah iyileştiniz, ailenizle tatilde olduğunuzu biliyorum, size iyi gezmeler diliyorum." demesini unutmayacağım.


Tamzara Anısı
Tamzara'dan çıktık yola Avutmuş'a. Dalından erik toplayıp yediğimiz. Ağaçlarından dallarından meyvelerin döküldüğü güzel köy. Şebinkarahisar'da daha çok kalıp tüm köylerini gezmek isterdim. 2 gün olarak planladığımızdan istemeyerek de olsa Şebinkarahisar'dan Mesudiye'ye  dönüşe geçtik. 
Kalan son günlerimizi de toparlanarak, pikniklere giderek geçirdik. Hayatımızda ilk defa  kümesine girip, yumurta topladık. Daha önce hiç görmediğimiz kadar muazzam güzellikte rengârek kelebekler gördük, dalından çiçek topladık, yürüyüş yaptık, piknik yaptık,  ilk defa yakından  koyun sürüsü gördük mesela sarılıp koyun sevdik,15 günü kesintisiz beraber geçirdik, bir sürü anı biriktirdik. Kazasız belasız gidip gelmemize, bu güzel anıları biriktirmemizi nasip eden Rabbime bin şükür :) Temiz hava soluduk, temiz su içtik. Şu bir üstteki fotoğrafı çektim mesela. Şu güzelliğe, mutluluğa baksanıza sırf bunun için bile değmez mi?

Hayat hep aynı çatal yolu çıkarıyor karşımıza; bir taraf risk dolu, düşününce bile yorucu; diğer haydi Bismillah diyerek çıkılan onlarca güzel anı ile sonlanan... 

19 Nisan 2018 Perşembe

Ömer ve Emir'imin Sünnet Mevlütü ve Eğlencesi

 
Yine babamın ameliyatlarından birinde babam ameliyattayken biz her bir dakika saatler gibi geçen saatlerde çıkmasını bekliyoruz. Çocukluğum, babamın gençliği, oturduğumuz ev, rahmetli dedem, babannem, yeğenler, kuzenler, aile binası olunca bir sürü anıları sıralandı. 

Abimlerin sünneti geldi aklıma.  
Aile apartmanında büyüdük. Babannem-dedem, amcamlar, halamlar ve biz aynı binada. Çoluk çocuk bir aşağıdayız bir yukarıda. Anahtarlar kapı üstünde. Amcamın iki oğlu var Mehmet ve Habip abim. E bir de İbrahim abim var. Ailenin tüm erkek torunları aynı zamanda sünnet olup olup mevlutü aynı zamanda okutuldu. Sünnet yatakları, odaları süsledik. Ben evin tek kızı konu itibariyle işin sadece eğlencesinde olan :) Misafirler, hediyeler, gelen giden, koşturmaca :) Ne güzel günlerdi ne büyük heyecandı tabii abimler dışında :) Soldaki fotoğrafta bakınız solda Habip Abim, Abim, Mehmet Abim, ben ve annem. 

Neyse camdan boş boş bakarken içimden dedim ki keşke benim çocuklarımın da dedeleriyle sünnet hatıraları olsaydı; giydirip süsleyip Eyüp Sultan Camii'ne ziyarete gidebilseydik mesela. Dedeleri başlarındayken hep beraber anımız olsaydı ömür boyu unutmayacakları. O zaman için bu hayallere imkan yoktu çünkü babam artık yürüyemiyordu. Hayal olarak kalıp sonunda keşke diyebildim sadece.

Günler, aylar, yıllar , ameliyatlar, fizik tedaviler, ilaçlar, egzersizler, sıkıntılar, yorgunluklar geçti. Önce yüce Rabbimin izni sonra doktorumuz ve babamın azmi ve inancıyla babam artık bastonla da olsa yürüyebilir hale geldi. Babam " ben yürüyeceğim" dedi. İnancını hiç yitirmedi ve dediğini yaptı. Aylardan oldu Nisan. Dedim ki ey  Sultan, keşke dedin, keşke babam iyi olsa da torunlarının sünnetlerini görse, keşke yürüse de ellerinden tutup Eyüp Sultan Camii'ne götürse. Hadi bakalım baban başında ve artık sağlıklı sıva kolları.

Anneme dedim “Anne ben çocuklara sünnet yapacağım.” Annem dedi kızım senin kendine dur durak vermen yok mu”  :) dedim annecim yok. Hem yorgunluk olsun da böyle olsun, evlatlarımın güzel günü için olsun, yorulayım da sünnetleri  yorulayım. 

Ömer ve Emir 4,5 aylıkken sünnet  olmuşlardı. Mevlütlerini okutmamıştık. Büyük bir zevk ile sünnet mevlütü organize etmeye başladım zaten işim organize etmek:) 30 Nisanda mevlütümüzü aile arasında aile büyüklerimiz ile yaptık.  . Mevlütteki çocukları başka odaya alıp hadi size sinema açıyorum uslu durun dedikten sonra  Emir’in patlamış mısır ısrarı, ağlayıp zırlayıp üst baş çıkarmasıdır mevlütten aklımda kalan.

Hep bir ağızdan Allah mezuniyetini, damatlığını göstersin, hayırlı evlat, hayırlı insan olsunlar diye dua ettik. Hem iyi insanlar karşılarına hem kendiler iyi insanlar olsunlar.  Nice nice güzel günleri olsun. Çok mutlu olsunlar, yollarına aldıklarını, ellerinden tuttuklarını mutlu etsinler, değer bilsinler. Değer bilenler tutsun onların da ellerini. Ömür boyu elleri ellerinden ayrılmasın, aynı karındaki kardeşlikleri aynı güne uyandıkları her gün devam etsin. 

Evladın olmuş da, o yaşa gelmiş ve nasip olmuş da mevlütünü okutmuşsun, ne güzel. Ama çocuklar için çok da anlam ifade etmiyor. Üstelik sessiz durmaları, ses yapmamaları lazım,kuran okunuyor :) Onlara özel bir etkinlik olsun o zaman onlara da ufak bir sünnet eğlencesi organize edip arkadaşlarıyla, arkadaşlarımla bir araya gelelim istedim.  Bir hafta sonrasında da  7 Mayıs’da eğlencemizi yaptık.

S ü n n e t  E ğ l e n c e m i z


Sünnet Eğlencesi yeni bir terim. Sünnet düğün yapmayacaksanız ama çocuklarınızın arkadaşları ile eğlenceli anıları olsun istiyorsanız, biraz müzik,biraz eğlence olsun ise yolunuz buradan geçiyor. Yani düğün değil, parti değil (çok Avrupayi) e o zaman eğlence diyelim :) Üstelik tek amaç var çocukların eğlenmesi ve bu günü keyifle hatırlamaları. 

Çocuklar için eğlence deyince aklınıza ilk ne gelir. Palyaço. Ben size palyaço'dan çok daha iyisini tanıtacağım. Palyaço Karpuz Abi. O oyun abisi. Burnuna kırmızı top takmıyor, garip şapka ve kıyafeti yok. Çünkü o oyun abisi. Kocaman çantası var ve içinden oyunlar için gerekli çeşit çeşit malzemeler çıkıyor.  Bizim en büyük şansımız oldu eğlence günümüzde.  Yaklaşık yirmi çocuk vardı. Yirmisi de büyük dikkat ve zevkle oyunları izleyip dahil oldular.  Sıra ile oyunlar oynadılar, yüz boyama, balondan şekiller yaptırdılar. Çok çok eğlendiler ve tüm yorgunluğuma deydi.



Fotoğraf çekimimizi Hidiv Kasrında yaptık. Ömer ve Emir Sünnet kıyafetleri, Elif Tanem'i gelinliği ile fotoğraflarıdı sevgili Aykut Abileri. Mirla Photography Aykut & Müge Tarcan çektiler. Ömrümüz oldukça, gözümüz görüp baka bildikçe mutlu olacağımız fotoğraflarımız var artık.                                
                     
Fotoğraf çekimi sonrası atladık arabamıza Annem,Babam ve çocuklarla doğru Eyüp Sultan Hazretlerini ziyaret etmeye gittik. Adettendir sünnet çocuğu giyer kıyafetini,ailesi de giyinir güzel güzel gidiliyor Eyüp Sultan Camii'ne.  

Tam İkindi vakti ezanlar okunurken camideydik. Cemaatle namazı kılıp, duamızı edip çıktık cami dışındaki avluya. Saatlerce oturduk çocuklar koşturdular. O mekanın verdiği huzur, sakinlik  nerede var? 

Yazının başına dönecek olursak, "dileklerinize dikkat edin gerçek olabilir" diye özetleyebiliriz değil mi? Üstelik imkansız gibi görünürken bir bakmışsın olmuş bitmiş. En iyisi  iyiyi düşünmede, iyide diretmede, Allah büyüktür demekte ısrarcı olmak, gerisi öyle güzel geliyor ki.

Bu hazırlıkları yaparken benimle heyecanlanan, destek olan; mevlüt ve eğlencemizde bizi yalnız bırakmayan; başta ailem ve arkadaşlarıma çok teşekkürler.Ömürlük anılarımız oldu sevdiklerimizle. Bugünümü gösteren Rabbime binlerce, on binlerce şükürler olsun, inşallah mezuniyetlerini, damatlıklarını görmek de nasip olur. Hayırlı, mutlu, başarılı, ahlaklı evlatlar olsunlar inşallah. Annelerini de unutmasınlar ben onları görmeden duramam onlar da beni görmeden hiç yoksa sesimi duymadan duramasınlar :)))) Amin :))))


* Palyaço Karpuz abi Onur Sungur: instagram: palyacokarpuzabi
* Mirla Fotoğrafçılık:  http://www.mirla.com.tr/

17 Ocak 2018 Çarşamba

Takip ediliyorum :)



Takip ediliyorum :)
Yani ediliyor muşum haberim yok :)

Üçüz bebek sahibi olduğumu öğrenince başıma ne geldiğini ve geleceğini bilmemenin kaygısıyla  kaynak aradım, kitap, blog, makale vs. Benim geçtiğim yolları benden önce geçmiş ve bana yol gösterecek birileri fakat maalesef bulamadım. O zaman böyle facebook grupları da yok. Kadınları Klubüne çıkıyor her yol. Karnım ağrıyor yazsam eltimin görümcesinin de ağrıdı 5. ayda bebeği kaybetti tarzı felaket tellalı yorumlar. Kadınlar Klubü forumunda üçüz annesi adayları  bulduk birbirimizi, içimizde doğum yapmış üçüz annemiz yoktu çünkü doğum sonrası hiç bir üçüz annesinin sosyal medya kullanmaya vakti yoktu. Kadınlar Klubü formundaki arkadaşlar  facebookta  birbirimizi bulup 2011 - 2012 Üçüz Anneleri grubunu açtık. Bir şekilde hem iletişimde kalıp hem moral hem destek olduk birbirimize.

Bebekler doğup kuvözde kaldıkları sürede sütümü evde sağıp götürdüm. süt poşetlerini çıktığı kadar 50cc, 60cc paketleyip teslime ettim. Sonra öğrendim ki içinden bebeğin besleneceği çok az miktar süt alınıp kalan atılıyor. Mesela olsaydı bunu  daha önce yaşayıp yazmış bir anne bilgili olurdum da az az koyardım poşete. Madem benden önce yok, ben olayım dedim. O zaman karar verdim bebekler toparlanır toparlanmaz blogumu yazmaya başlayacağıma. Bebekler 5,5 aylık olup işe başlar başlamaz blogumu yazmaya başladım. Dehşet, vahşet takipçim geri dönüş olmadıysa da blog vasıtasıyla bana ulaşan tüm üçüz annesi adayı arkadaşlarımın sorularını elimden geldiğince yanıtladım, numaralarını alıp aradım.

Yine facebookta kurulmuş Üçüz Anneleri ve Üçüz Anne Adayları grubuna üye oldum geçenlerde. Gruptaki sorular genellikle hamile-yeni doğum yapmış ya da 0-2 yaş bebeği olan annelerimizden.Bir iki sorunun altına yorum yazdığımda bir çok üçüz annesi arkadaşımdan sizin blogunuzu baştan sona okuduk geri bildirimi aldım. İtiraf etmeliyim ki,
blog üzerinden geri bildirim almadığımdan bu kadar takip edildiğimi bilmiyordum.

Emeklerim boşa değilmiş, takip ediliyormuşum hatta yeni yazılar da bekleniyormuş. 
Bu aradalar tembellik mi ettim diyeyim, ilham perim gelemedi mi diyeyim ne diyeyim bilmiyorum yeni yazı yazamadım. Fakat değil mi ki aslında bu kadar takipçim var aslında takip ediliyorum yeni yazılarım sıra ile tek tek gelecektir söz :)

29 Mart 2017 Çarşamba

Kabul Olmuş Duanız var mı?

Şöyle bir düşünün, bu zamana kadar gönülden istediğiniz dilediğiniz kaç duanız kabul oldu.
Kaçı gerçekleşirken etraftakiler “şimdi bunda ağlayacak ne var” bakışı atarken siz gözyaşlarınızı tutamadınız. Gerçekleşmiş kaç duanızı unuttunuz, kaçına binlerce kez şükrettiniz.

Umarım sayısı çoktur; hep bir umut, hep bir dua içindesinizdir ve sizi seven Rabbim kabul ediyordur. Ben size kabul olmuş dualarımı, hayal ettiğim ve kavuştuğum güzellikleri yazacağım. Hayatıma renk katan, şöyle bir düşününce binlerce kez şükür etmeme sebep olan.

Teyzem; çocukluğumun çok önemlisi, pek kıymetlisi; bizlere çok kıymet ve değer vermiş, sevmiş, vakit harcamış kahramanı.  Çocukluğumuzda abimle bizi hafta sonları tiyatroya;  Süreyya plajı, Tuzla, Adalara denize yüzmeye götürür, hafta sonu bizde kalır masallar okuyarak uyutur. Biz o gelsin diye yolunu gözler, geldiğinde mutluluktan deli olurduk. Böyle güzel bir teyzeye sahip olan çocuk Sultan’ın da çocukluk hayali "teyze" olmaktı :)  Dokuz yaşımdayken bir kardeşimin olduğunu öğrenince kız olsun diye gece gündüz dua ettim çünkü ancak bu şekilde teyze olabilirdim (bakınız mantık). Aslı çok şükür kız olunca abla olmaktan çok teyze olma hayalime yaklaştığım için sevindim; vallahi çocukluk başka bir şey :) 10 yaşında abla oldum, O'nu o kadar çok o kadar çok sevdim ki; o yaş itibariyle bir bir daha onu evde bırakıp dışarı çıkıp oynamadım, evde kardeşime baktım, bir oyuncak gibi onunla oynadım, ikinci anne gibi büyüttüm. Ondandır gün bugün olmuş hala bana Elif'ten hiçbir farkı olamaması.


Yıllar yıllar geçti 2016 yılının 22 Şubat’ında Aslı’cığım anne olup Yiğit Alp’imiz doğarken çocukluk hayalim, teyze olma istediğim dualarım kabul olmuş oluyordu. Hastane odasında onu ilk kez gördüğümde “şimdi bu kadar ağlanacak ne var” diye bakışlar fırlatılırken ben gözyaşlarımı tutamayarak hıçkırıklarla ağlıyordum.  
 Güzel yavrularımın çok sevdiği “bebek kardeşim” diye sayıkladığı kardeşleri Yiğit'imiz doğuyordu, O'nu yıllardır bekleyen teyzesini deli gibi mutlu ediyordu. Hayatımıza neşe kattı iyi ki çok isteyip dua etmişim, haklıymışım, iyi ki doğdun Yiğit'cik teyze olmak çok güzel bir duyguymuş :)

Üçtü, dört oldular diyorum Aslı’ya. İnsan bu kadar severmiş ancak. Hani çocuğumun olmadığı dönemde doğsa bebek özlemi diyeceğim. Ama benimkilerin üstüne gelmesi de güzel. Arada tipik ananeler gibi arayıp nerdesiniz çocuğu özledik getirin, tamam çocuğu bırakın gidin biz bakalım diye arıyorum, evet evet bildiğiniz Türk annelerindenim genlerimizle geliyor :)

Gelelim ikinci kabul olmuş duama;
İnsanlık için küçük ama benim için çok büyük bir konu; “yıl sonu gösterisi”.
Bu benim için öyle güzel bir gündü ki; ne Ömer , Elif, Emir; ne de karınca, kurbağa ve ineği izlerken ağlayan bu anneyi anlayamayan seyircilerin. Sene sonlarında yıl gösterileri oldukça hayal ederdim, bir gün benimde çocuğum olur da yıl sonu gösterisi olup onu izlemeye gider miyim acaba diye.  Sonrasında el kadar doğduklarına okul çağına gelecek de gösteri yapacak hayali aklıma geldiğinde; "Ohoo kadar uzak geliyordu ki, hayali bile zordu. Oysaki sabredene zaman geçer ne de güzellikler getirirmiş. Ne haklıymışım istemekle, ne güzelmiş evdeki yavrunu sahnede görmek. Ne güzelmiş sahnede arkadaşlarıyla eğlenen mutlu çocuğunu görmek...

Çocuklarımdan biri inek, biri kurbağa, biri karınca oldular :)
İçlerinden bari birine anne egosu tatmin edecek bir rol almış olsaydı. Dünyanın en tatlı inek, kurbağa ve karıncasını izledim. Elif'cik folklor kıyafeti için dünyanın en tatlı kuzusuydu Ömer koro içinde en ön sırada şarkı söylerken  en kendini veren, aynı anda dans eden eden ve mutlu çocuktu. Emir ise en “ya ne sıkıcı bir iş” diye düşünüp görevini yerine getireni :) Her biri ayrı ayrı bir duanın parçası oluyorlardı. Kabul edene, bugünü gösteren Rabbine şükrediyordu anneleri...

 Veeee Bozcaada.
Bozcaada'yı sever misiniz; Ayazma plajını hiç gördünüz mü?
Bundan 10 yıl önce ilk defa gittim. Bayıldım.  Git, git, git sular hala dizlerinde. Sığ, masmavi, berrak deniz ve mis gibi kum.  Sahili şöyle seyrederken hayal ettim;  “ ah be çocuğun olacak getireceksin buraya masmavi sığ denizde oynasın saatlerce, bir gün benim de olursa buraya getirmek nasip olsun.”

Sonrasında yıllarca “Bozcaada “ hep hayalimi hatırlattı bana. Bu yıl yaz tatilinde kardeşim, eşi, minik kuzum Yiğit Alp'imiz ve yavrularımla çıktık.  Abla tatile çıkacağız isterseniz beraber gidelim dediler, tatillerinde bizi isterler de biz gitmez miyiz. Hemen müdürümden izin aldım; "beni üç çocuk tatile kabul eden var izin verin gideyim."Sağ olsun izin verdi ve biz 2016 yılı Ağustos ayında hep beraber tatile çıktık. Altınoluk, Ayvalık, Cunda, Küçükkuyu, Bozcada hattında 3 büyük 3 çocuk bir bebekli tatilimizi yaptık. Bu arada duam bonuslu kabul olmuştu; çocukluk hayalim olan teyze olarak minik kuzum Yiğit’ciğimle gittik. Saldık sahile saatlerce oynadılar. Haberleri yoktu, anlamazlardı ama onlar edilmiş eski bir duanın kabul olmuş halleriydi onlar.

Hayatta en çok anne olmak için bekledim ve dua ettim. İnanan insan bilir en iyi hastanelere de gitseniz nasip ederse alırsınız kucağınıza. Zira ben ilk hamileliğimde tek bebek kaybetmiş; sonrasında üçüz hamileliği ile üç sağlıklı evladı kucağına almış bir anneyim, nasip nedir bilirim. 

2010 yılı Aralık ayı 31. gününde; 2011 yılını karşılıyor ve otuz yaşıma giriyorken içimden; "hep üç çocuğum olsun isterdim, 30 yaşımdayım daha bir tane bile çocuğum yok ben nasıl üç çocuk annesi olabilirim ki…” demiştim. Aciz insanoğlu olan ben aciz halimle bunu düşünürken; büyük kudret sahibi  31 yaşında üç çocuk annesi yapıyordu. Üç çocuk annesi oluyordum, utanarak ve tüm dediklerimi geri alarak.

Büyüdüklerini hayal ediyorum arada, Ömer iş çıkışı arayıp "Anne'cim akşam beraber bir şeyler atıştırıp sinema yapalım" diyor. Elif "Annecim konsere bilet aldım tarihi sakın unutma" diyor. Emircik "Annem çok özledim seyahatten dönerken sana en sevdiğin deniz kabuğu çikolatadan aldım" diyor. Çocuklar büyümüş hepsini hem mevki hem ahlak sahibi yetiştirebilmişiz, baktıkça bakasım, anlattıkça anlatasım varmış. Türk annesiyim ya iki gün görmesem sitem de edermişim, aramazsan aramıyorsunuz diye :) Neden olmasın?

Evet gerçekler acı, evet hayat yorucu. Gerçekleşmedikçe iyice unutuyoruz hayal etmeyi, dua etmeyi, istemeyi. Ama bir düşünün bazı hayaller öylesine güzel ki; düşünmesi bile yüzünüzün gülümsemesine yetiyorsa denemeye değmez mi?
Hadi şimdi iki saniyeliğine kapatın gözlerinizi arkanıza yaslanıp kaç tane kabul olmuş duanız var sayın, he hiç mi yok? 
O zaman hayal kurma vakti… 
Hadi….

Sultan Gedik
Istanbul

17 Kasım 2016 Perşembe

17 Kasım Dünya Prematüre Günü Kutlu Olsun

Dünyanın en güzel mücevherini seyreder gibi kuvöz camından izler yavrularını premetüre anneleri..." demiştim bir yazımda. Hem ne mücevher o canından can;  dokunamadığın, koklayamadığın….

"Güle oynaya girmezsiniz doğuma, gözünde yaş, içinde korku, kaygı ile gidersin, 
                 


Doğum sonrası karnımdaki o büyük kesiğin acısı kadar acıydı ruhumun çektiği acı. Karnım da boştu kucağım da.  Benimle beraber aynı gün hastanede doğum yapan annelerin ciyak ciyak ağlayan bebekleri n sesi katı inletirken iki kat aşağıda kuvözdeki bebeklerimin ağlamalarını kimse duymuyordu. Benden önce kablolar sardılar bebeklerimi.
Prematüre olmak Ömer, Elif, Emir’e, prematüre anneliği bana hayattaki en zor günleri yaşattı. Ben yeni doğmuş yavrularımı kucağıma alıp kokusunu içime çekemezken onlar annesinden ayrılıp soğuk kuvözlerde günlerce kaldılar. Sonrasında günden güne ilmek ilmek; emek emek büyüdüler, nefeslerini dinleyip, geceyi gündüze katarak geçen günler şimdi hiç yaşanmamış gibiler.        
                 
Ömer ile Elif 11. gün alabildim kucağıma, tutmaya öpmeye kıyamayarak. Emir’den 18 gün ayrı kaldım, yazması kolay yaşaması zor 1750 gram doğum 1500 grama düşen Emircik içlerinde en azimli bebek çıktı. Eve çıkana kadar bebeklerimi sadece 1 kere gördüm ve dokunabildim. Oysa yoğun bakımda olan bebeği her gün annesinin dokunmasına görmesine izin veren hastaneler var, keşke benim de imkanım olabilseydi.
Ömer & Elif & Emir 5 yaşlarını bitirmek üzere. Hamilelik-Doğum-Lohusalık-ilk bır yıl –son beş yılı düşünüyorum.  Anne olmak için döktüğü göz yaşları Allah tarafından cömertçe üç evlatla ödüllendirilmiş bir anneyim. Hep derim çok zengin bir anneyim. Ama bir o kadar yorgun. Uykusuz geceler, günler, haftalar, aylar. Emmeyi, yutmayı bilmeyen bebekleri beslerken, üçüncü bebeği beslemeyi bitirdiğinde birinci bebeğin sırasının gelmesi :)  Mikrop kapmasın diye alınan önlemler. Erken doğum nedeniyle yapılan onlarca tahlil, tetkik, muayene, kontrol. Ve bu arada yavaş yavaş büyüyen bebekler, yaz yaz bitmeyecek bir hikaye Ömer & Elif & Emir :)

Her prematüre annesine sonsuz saygıyla. Dünya Prematüre günü kutlu olsun.
gözlerini kaparken en kötü ihtimal de olabilir, en iyisi de… 

Doğum sonrası karnın ve kucağın boş dönersin yatağına, yan odadan gelen bebek sesleri, iki kat aşağıdaki yoğun bakımdaki bebeklerinin o soğuk odalarda nasıl yalnız olduğunu hatırlatır. 
Öpemezsin, koklayamazsın, hatta kime benziyor, yüzü gözü nasıl bilemezsin.
Hemşirelere özenir onları kıskanırsın. 
Lohusalık nedir bilemezsin, yoğun bakım camlarından bebek izleyerek geçer günlerin.
Bilirsin ki sen ümidini yitirirsen kara olur günler, sen ümitsiz olursan oyun biter... Gelecekteki güzel günlerin hayali ile her gün her saat her dakikanın bedeli ödeyerek pamuklarda büyütürsün yavrularını; çünkü sen prematüre annesisin...
Çünkü ben Prematüre annesiyim.
Prematüre annesi olan her kadına sonsuz saygıyla...
Dünya Prematüre günümüz kutlu olsun..."

Geçen yıl yazdığım bu yazıya birçok üçüz annesi arkadaşım duygularımıza tercüman olmuşsun yorumunu yaptılar. Annelik duyguları çok ortak ve beni ancak başka bir prematüre annesi çok iyi anlayabilir.

Elif Tanem'i hemşire camdan gösterirken

Bugün "17 Kasım Dünya Prematüre Günü".  Peki nedir prematürelik; normal gebelik süresi 38 hafta ile 42 hafta arasında sürer. Gebelik 37 haftadan önce sonlanırsa doğan bebeğe prematüre denir. Prematüre bebekleri doğdukları gebelik haftasına göre sınıflarsak: 24–31 Hafta: İleri derece prematüre, 32- 35 Hafta: Orta derece prematüre, 36- 37 Hafta: Sınırda prematüre olarak sınıflandırılır. Prematüre doğum bebeklerde kalıcı ya da geçici hastalıklar söz konusu olabilir. 
33+4 haftalıkken 2320, 2280 ve1750 gram doğan minik meleklerim ile tanıştım prematürelik ile. Doğuma giderken hüngür hüngür ağladım, yapmayın daha çok ufaklar söz hiç yerimden kalkmayacağım birkaç gün daha kalsınlar diye. Ebemiz kızım hem üçüz gebesin hem 34. Haftasın daha ne istiyorsun diye fırçaladı beni:)


Yazdığım, yaşadığım tüm yorgunluklara rağmen zaman geçmekte yavrularım büyümekteler. Şimdi eskiyi unutma, yeni hikayeler yazma, Ömer, Elif, Emir’in elinden tutma;ve henüz yolun başında olan üçüz, ikiz, prematüre annelerimizde "umut" olma günü.


Sultan Gedik

8 Kasım 2016 Salı

“Her insan kendi fikrinin aşığıdır…”

Anneler çok şey bilir, Anneanneler Her şeyi...
Ya teyzeler,arkadaşlar, eltiler, kayınvalideler, komşuların bildikleri ? 

Yaşadıklarımız, deneyimlerimiz, , fikirlerimiz ne kadar değerli ve önemli değil mi? Her biri başlı başına bizi biz yapan en etkili faktörler olsa da acaba bildiklerimizin, inandıklarımızın, deneyimlerimizin zıt ihtimalleri mümkün olamaz mı?
Eminim sizler de yaşamışsınızdır, bebek sahibi olmadan önce özellikle de hamileyken ne çok akıl veren dostlarımız olur etrafta. Hastane, doktor seçiminden, bez, pişik kremi seçimine kadar her anne kendi memnun kaldığı deneyiminin aşığı. Çoğu görüş farklı ama hepsi yaşanmış hepsi önemli hepsi “illaki”, hepsi "mutlaka" … 

He bir de dediğini yapmazsan alınan, darılan, kırılanlar var :)

“Her insan kendi fikrinin aşığıdır…”

Hamileliğinizin son dönemine geldiğinizde; epidural anestezi ile doğum yapma sonrasında baş ağrısı yapar, genel anestezi olma bebeğini ilk sen gör, he yapabilirsen tabii ki normal yap normali zaten o :) Bebek doğar; sakın aç diye mama verme, uyuyor diye emzirmeden geçme, göbeği düşmeden yıkama, pişerse bu kremi kullan, pişmemesi için bu kremi, en iyi doktor bizimki en güvenilir şampuan ve de emzik marka ismi…

Yakın bir arkadaşımın kız bebeği oldu bebek görmeye gittik; kızlar erkeklere göre yaramaz olurlar, kız çocuk bu konuda kolay erkekler bu konuda diye yorumlar başladı. Düşündüm de bana sorsan erkekler yaramaz olur çünkü Elif’im uslu. Ama erkeklere bakınca Ömer’im de uslu Emir’im daha hareketli. E Emir tek çocuk olsa kimseye sıkıntısı olmaz 3 kardeş olunca hareketliliğiyle öne çıkan çocuk; o zaman bütün dediklerimi geri alıyorum ben bilmiyorum. Tek değil 3 tane çocuk büyütüyorum ama hiçbir konuda genelleyemem…

Aynı burca sahip huyları birbirlerine hiç benzemeyen üç çocuk büyütüyorum. Üçü de aynı siteden burç yorumuna bakacaklar. Bense onları gördükten sonra burç genellemelerine artık inanmıyorum.

Kaldı ki genellemeleri sevmiyorum. Kolaya kaçma ve özenmeme halidir bana göre.

Genellemelerin her özel durumu yok ettiğini düşünüyorum. Bana sorarsanız biraz da ahkâm kesmek… Benim deneyimim nasıl her annede, bebekte, çocukta aynı olabilir benim 3 çocuk da aynı olamazken.

Hepimizde bir koşturmaca bir telaş, “hızlı tüketim” bilinç altımıza, üstümüze günlük hayatımızdan yaşam tarzımıza sinsice işletilmiş; bu sadece para ile alabildiklerimiz için geçerli değil; zamanımızı, sevgimizi, saygımızı ve yavaş yavaş tüm değerlerimizi tüketiyoruz. Hiçbir şeye vakit yok ve hep yapacak iş çok. Böyle zamanda genelleme yapmak en kolayı. Ham,lelik, annelik, bebek-çocuk bakımı konusunda yaptığımız genellemeler en masumu. Biz toplumca birbirimizi genellemeye ötekileştirmeye gruplamaya başladık. Sembollerle inançları birleştirip, inançlarla kişiliği grupluyoruz. Bu tehlikeli döngüden çıkabilmek, çocuklarımızın genellemeden yaşayabileceği bir toplumda büyümelerini diliyorum.

Sonuç olarak her genelleme özellemeyi yok eder. Kaldı ki bakınız yıllar önce Rahmetli Nietzsche bile " Bu dahil tüm genelellemeler yanlıştır." diyerek yaptığı genelleme ile fikrimi desteklemiş  :) Her erkek çocuk yaramaz, her kız süslü, her ağlayan bebek gazlı değildir. Büyük bir hızla en çok genellemelerin olduğu birbirini anlamayan, dinlemeyen ve saygı duymayan bir toplum olurken; özellemelerin artması, başka ihtimallerin, görüşlerin, olasılıkların kabul edilebilmesi dileğiyle… 

21 Eylül 2016 Çarşamba

Bırakmaya - Başlamaya Anne mi Hazır Değil, Çocuk mu?

Annelik dünyanın en güzel, istifası olmayan ve bir o kadar zor görevi. Çocuklar büyüyüp artık bu görevden beni emekli etmek isteseler de annelik yapmaktan kendimi alamayacağımdan eminim. 

Her Türk annesi gibi “Yok yavrum karışmıyorum, sen bilirsin de bence şöyle böyle olmalı” diye çok cümle kuracağım, bu potansiyelim var :)

Çocuklar ufakken anneliğin en zor yanlarından biri sorumluluk. Doktorunu, yediğini, içtiğini, giydiğini, oyuncağını, bezini, kremini, şampuanını, kreşini yani her şeyi onun adına seçmek. En iyisi, en zararsızı, en güvenilir olanı; imkânlar elverdiği sürece tüm en iyileri olsun.  

Örneğin ilk olarak 1,5 yaş kontrolünde artık gece beslenmelerini kesmemiz gerektiğini söyledi doktorumuz. Haydaa nasıl keseyim, çocuk gece uyanıyor, besleyip uyutmaya çalışıyorum, uyutuyorum. Kesersem ne yaparım, bebek açlıktan uyanıyorsa aç aç nasıl uyusun diye bir taraftan bahane sıralarken öbür taraftan yahu çocuk doktorundan iyi bilemeyeceğim herhalde deneyeceğim dedim; karar verdim, uyguladım, bitti. Evet gece beslenmeleri bitti. Birden bitti, sanki bitmek için benim karar vermemi bekliyordu sadece. Uyandıklarında su verdim, geri uyuttum. Mama verdiğim gecelere nazaran daha çok uyanmadılar. Hep beraber alıştık.

Sonrasında  öyle zor bir konumuz vardı ki o da "memeden kesme". Takip edenler bilir Ömercik 11.ayda meme emmeyi bırakıp 14 aya kadar oh biberonla rahat rahat anne sütü aldı.  Ama Elif ve Emir rekabet halinde 24 ayı tamamladılar. Daha da emzirmek isterdim ama Emir kendini kırklı bebek sanıp sabaha kadar meme emmek isteyince dedik artık vakti geldi.

Düşününce dünyada emzirmek kadar bir anneye huzur veren bebeğiyle güçlü bağ , iletişim kurmasına neden başka ne olabilir. Hele ki biraz büyüyüp eli elinde gözü gözünde emmeye başlasın ne büyük mutluluk. Düşünsene emzirmek dışındaki her şey başkası tarafından yapılabilir. Bakıcısı, babası, ananesi, babanesi altını bezler, biberonla mama içirir, susturabilir, eğlendirebilir, ama sadece anne bebeğini emzirebilir.

2. Yaş, 2 .gün Emir ve Elif’i  son kez emzirdim. Ve bıraktırma kararı aldım ama ne büyük dert bana, nasıl yapacağım da bırakacaklar, hayatta bırakamazlar dertlenip durdum.  Aldım karşıma çocukları; "artık büyüdünüz sütü anneden değil bardaktan içeceksiniz" dedim. E tamam biz zaten büyüdük dediler. Anane yöntemleri ile biraz görüntü ve tadı bozduk . İkinci akşam işten geldim amannn çok acı artık böğğ.  E üçünü gün kimse yüzüme bakmadı :) Böylelikle o çok korktuğum nasıl başaracağımızı bilemediğim memeden kesme işi kendiliğinden kolayca bitti mi. Olan bana oldu mu oldu :) Ben bu kadar hızlı bıraktıklarına bozuldum mu bozuldum :) Hazır olmayan, o bağı koparmaktan korkan ben miymişim aslında evet...

2.5 Yaş olduk, kreşe başladık. Tabii onları kreşe bırakmak çok acı çok vicdan azabı. Çocuklar da biz de ( annemle ben) alışmaya çalışıyoruz. O dönem bir de üzerine ayrılık konuları. 3 Çocuklarla tek başıma kalıyorum. Ailem en büyük destekcim. Çocuklar en az hasarla bu işten kurtulsunlar diye canımı dişime takıyorum. Hayatımın en  zor ve hatırlamak istemediğim günleri, ama geçiyor işte geçti. Neyse.

O dönem bir ananede bir evde kalıyoruz. Ömercik emzik delisi, mümkünse biri ağzında biri yedekte elinde olsun. Elif o kadar değil ama uykuya geçerken emzik istiyor.  Bu arada annemlerde muhabbet kuşu var adı paşa benimkiler bayılıyor. Bütün emzikleri anane evinde unutup eli boş eve dönünce; Çocuklar Paşa yanlışlıkla emzikleri yemiş dedim. Aaa nasıl olur paşa nasıl yer, paşalar emzik yemezler, öyle, böyle derken ağlamalar zırlamalar bir gün iki gün, üç gün biz emziği bıraktık. Olan paşaya oldu garibimin günahı yok ama biz sayesinde çok kolay emzik bıraktık.


Sonra yapmaya başladıklarımız var,  geçtiğimiz hafta sonu Emir’in bisiklet düştü aklına. Allah’ım bisikleti olsunmuş, yatıyor kalkıyor bisiklet. Tamam çocuk haklı da üç çocuk tek bisiklet biri binse diğeri  ağlayacak,  ben bisiklet peşinde koşacağım nasıl baş edeceğim derken Emir kazandı. Cumartesi akşam hayatında ilk defa 16 jant bisiklete biniyordu. Ben bisikletçide bu bizim için çok büyük değil mi nasıl binecekler derken parkta ilk denemede Emir sorunsuz bisikleti sürdü. Sonrasında sırayla Ömer ve Elif.

Ve'l hasıl üçüz anasıyım diye ahkam kesecek değilim :)

Fakat 5 yaş bitene kadar annelik be bebek bakımı ile ilgili bir çok konuyu 3 çocukla denemeyimledim. Öğrendim ki her yeni başlangıçta önce hazır olması gereken anne, çocuk ardı sıra geliyor.

Bu yıl anasınıfına başlıyoruz. Geçen yıl gittiğimiz anaokulumuzda devam ediyoruz, bildiğimiz düzen. Seneye Eylül ayında bunun 1. sınıfı var, esas değişiklik yani.  Üç çocukla 1. sınıf çok eğleneceğim biliyorum :) Her akşam başka renk huni seçerim artık :) Ama yazı genelinde ana fikir neydi; "çocuklar zaten hazır, önemli olan annenin hazır olması"; o zaman daha bir yıl var ben kendimi psikolojik olarak hazırlayayım :)


Sevgilerimle,

Sultan

15 Haziran 2016 Çarşamba

Yaş 35, yolun neresi eder...


Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Demiş usta ….

Yolun neresindeyim bilmiyorum ancak hala yolda olmak çok güzel…
Ömürlük görevlerim var anneyim, evladım, kardeşim, hala, teyze, arkadaş…
Kimilerinin vazgeçilmez dostu, yıllanmış arkadaşı, yıllarca görmese de görünce kaldığı yerden devam ettiğim…
Ömür boyu görmek istediklerim, görmeye ısrar ettiklerim, belki biraz fazla sevdiklerim var…
Mutluysam ve çenem düşünce her şeyi anlatmak istediklerim,
Kızdığımda aynı şeyi bin defa anlattıklarım, seve seve dinleyenler….
Ne mükemmel anneyim ne mükemmel evlat, ne kardeş, ne arkadaş ama “iyi” olmaya niyetliyim…. 

Yaş 35 yolun neresindeyim bilmem, ama hala yolda olmak çok güzel…
Elim kolum dolu, hep yapacak bir işim var hep bir telaş;
Kahveler, çaylar hep soğuk hayaller hep öteli ama hep şükür hep bir gülümseme…
Ömer&Eli&Emir annesiyim bir kere; aldığım en güzel rütbe duyduğum en güzel koku ile;
En çok olmak istediğim annelikte cömertçe ödüllendirilmiş Rabbim…
Evlatlarım, ailem, dostlarım ve sevdiklerimle bir yaş daha yaşlanıyorum,
İnsanın aslında ne kadar aciz olduğunun farkında, iyilikten yana çok şey öğrenmek niyetinde,
Bulunduğum ana, sahip olduklarıma, yanımda olanlara, yanımda kalanlara şükrederek diyorum ki İyi ki doğdum… 🎂

15 Haziran 2016, Istanbul
Sulltan